ÇOCUK TERBİYESİ;
Alm. Kındererziehung (f), Fr. Education (f) de l’enfant, İng. Bringing up children. Çocuğun iyi yetenek
(kâbiliyet, istidad) ve eğilimlerini geliştirme ve kötülerini silme işi. Terbiye, sistemli olarak çocuğu
etkileme ve iyi alışkanlıklar vermekle mümkündür. Etkileme ve iyi alışkanlıkların verilmesine ne kadar
erken başlanırsa sonuç o kadar mükemmel olur.
Ferdin fıtratında, doğuştan getirdiklerine tabiat, sonradan kazandıklarına kültür diyecek olursak
terbiyeyi daha vecîz bir ifâdeyle; “Terakkî eden, ilerleyen insanlık kültürünü yeni nesillere aktarma ve
doğuştan getirdiği kapasitelerini geliştirme, inkişâf ettirme faaliyetidir.” diyebiliriz.
Terbiye, konuşmakla değil icrâatla, yâni fiiliyâtla olmalıdır. Diğer taraftan yetenek ve eğilimleri
geliştirirken, yâni çocuğa şahıs terbiyesi verilirken, aynı zamanda çocuğun sosyal eğilimlerini de
geliştirmek gerekir ki terbiye sosyal bir yönde kazanılmış olsun. Böylece çocuk bencil olmaktan
kurtulur. Kazandığı niteliklerle cemiyete faydalı bir fert olur. Sosyal olarak yetiştirilmeyen çocukların
nitelikleri ne olursa olsun, kendilerini cemiyete ve cemiyet kurallarına uyduramazlar. Her zaman her
yerde şahsî çıkarlarına bakarlar. Hattâ bâzan o kadar ileri giderler ki, menfaatleri için her şeyi
yapabilirler. Topluma karşı gelirler. Örf, âdet, kânun tanımazlar.
Demek ki, terbiyenin gâyesi, iyi bir insan yetiştirmek ve bu insanı cemiyete faydalı hâle getirmektir.
Bilindiği gibi insanı insan yapan dört özellik vardır:
1-Zekâ ve fikir,
2-Ruh,
3-İrâde,
4-Konuşma.
Bu özelliklerin de sosyal yönde ayrıca geliştirilmesi ve terbiyesi gerekir. Çocuk terbiyesinin esâsını,
insandaki bu dört unsurun terbiyesi teşkil eder.
1. Zekâ ve fikir terbiyesi: Çocuğun müşâhede kâbiliyetinin geliştirilmesi, zekâ ve fikir terbiyesinin
esâsını teşkil eder. Meselâ çocuklar umûmiyetle ilk gördükleri eşyâyı tedkik etme, yoklama, kurcalama
veya dâimâ sorular sorarak öğrenme heveslisidirler. Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler
gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalıdır. Böyle çocuğun düşünme ve karar verme kâbiliyeti
gelişmiş olur ve yeni yeni bilgi ve görgü sâhibi olmaya başlar.
2. Rûh terbiyesi: Bâzı çocuklar rûhen çok hassastırlar. Her şeyden alınıp kırılırlar. Hayâta çabuk
küserler. Böyle çocuklara çok dikkatli bir şekilde (acı da olsa) gerçekleri görmesini ve tahammül
edebilmesini, fedâkârlığı, merhâmetli, şefkatli olmayı öğretmek lâzımdır.
Rûhen hassas olmayan, katı rûhlu çocuklar ise daha fazla alâka, sevgi, şefkat göstererek,
duygulanacak, ibret dersi alınacak hâdiseler anlatarak, örnekler vererek, rûhen hassaslaştırılmalı,
olgunlaştırılmalıdır.
3. İrâde terbiyesi: İrâde terbiyesinden gâye, irâdesi güçlü şahsiyet yetiştirmektir. Kendi kendine
(nefsine) mücâhede, yâni şahsî arzu ve ihtiyâçlara gem vurabilmesini veya yok edebilmesini öğretmek,
nefsine hâkim bir şahsiyet yetiştirmek, irâde terbiyesinin esâsını teşkil eder. Tabiî olarak çocukların bir
kısmında irâde zayıf, bir kısmında kuvvetli olur. Zayıf irâdeli çocukları lüzûmundan fazla itaate
zorlamak doğru değildir. Böyle çocukları biraz serbest bırakmalı ve kendine olan güvenini arttırmaya
çalışmalıdır.
İrâdesi kuvvetli çocuklarda ise terbiye biraz sert olmalıdır. Fakat sert bir terbiye ile berâber sevgi,
şefkat ve anlayış gösterilmesi de şarttır.
İrâde, terbiye edilirken çocuğun inat dönemlerinden istifâde edilmelidir. Çocuklar 3-4 yaş arası ve
büluğ çağında inatçı olurlar. Bu dönemler irâde terbiyesi için müsâit zamanlardır.
4. Konuşma terbiyesi: Normal olarak çocuklar 1.5 yaşından sonra az çok konuşmaya başlarlar. İki
yaşını bitirdiği halde konuşmayan çocuklarda zekâca bir gerilik düşünülürse de, tek başına
konuşamama zekâ geriliğinin kat’î delîli sayılamaz. Konuşma öğrenimine yardım edilen çocuk, daha
çabuk konuştuğu gibi, yardım edilmeyen çocuktan daha fazla kelime bilir.
Çocuklar konuşmaya başladıkları andan îtibâren öğretilen her kelime doğru olmalı ve çocuk tarafından
doğru telaffuz edilmeli, normal dille söylenmeli, ayrıca kelimeleri yerinde ve zamânında kullanması da
öğretilmelidir
Büyüklerine karşı saygıyı, hitâb etmesini ve edebini gözetmesini belletmelidir.
Çocuk terbiyesinde, en başta anne ve baba olmak üzere, bütün âile efrâdının, mürebbiyenin,
öğretmeninin rolü inkâr edilemez. Ancak annenin yerini hiçbir kimse tutamaz. Fakat anne sevgi ve
şefkati dolayısıyle, çocuğun yalnız iyi taraflarını değil, noksan ve kötü taraflarını da görmesini
bilmelidir. Öyle yetiştirmeli ki kendine olan güven duygusunun tek başına hareket etme ve karar verme
yeteneğinin gelişmesine yardımı olsun.
Anne ve baba, çocuk için tam bir örnek olmalıdır. Çocuğun yanında büyükler çok titiz davranmalı,
konuşma ve hareketlerine son derece dikkat etmelidir. Hele konuşmaları ile hareketleri aslâ
çelişmemelidir. Çocuk büyüdükçe evdeki büyüklerin birbirlerine saygı ve sevgi ile davrandıklarını
görerek kendisi de aynı şeyi yapacak, söylemesi istenen nezâket sözlerini ise, ancak âilesinden duya
duya öğrenecektir.
Diğer taraftan anne baba tam bir fikir ve görüş birliğinde olmalıdır. Yâni anne ve babadan biri sert
davrandığı zaman diğeri şefkat göstermemeli, biri tarafından verilen cezâ, diğeri tarafından
affolunmamalıdır. Bilinmelidir ki, yerinde ve haklı olarak verilen cezâ, çocuğun sevgisini hiçbir zaman
azaltmaz. Bilakis ciddî ve yerinde cezâ veren anne baba, körü körüne sevgi gösteren, her şeye göz
yuman anne ve babadan daha çok sevilir, sayılır. Demek ki çocuk terbiyesinde sevgi, şefkat ve bağlılık
mühim olmakla berâber, ciddiyet ve geçici sertlik de çok önemli birer faktördür.
Çocuğa iyi bir terbiye verebilmek için, anne baba ve diğer âile fertlerinin bütün terbiye prensiplerini tam
uygulamasıyla berâber, âile hayâtının düzenli olmasının yanında anne babanın da iyi geçimli olması
şarttır. Anne baba geçimsizliği, hele ayrılığı kadar çocuk rûhunda fırtınalar koparan bir hâdise yok
gibidir.
Unutulmamalıdır ki, çocuklar anne babayı ideâl birer insan olarak görürler. Onlar gibi olmak ve onlar
gibi hareket etmek isterler. Huy ve alışkanlıklarını çabuk kaparlar. Onun için çocuk dünyâya geldikten
sonra, anne ve baba bütün yönleriyle, olduklarından daha iyi olmak mecbûriyetindedirler.
Kardeşi olmayan çocukların terbiyesi daha zor ve hattâ bir problem olabilir. Halbuki birkaç çocuğun
terbiyesi daha kolaydır.Her çocuk kendiliğinden itaat etmesini ve uysallığı öğrenir. Kardeşlerinin de
istekleri olabileceğini ve onların da anne baba sevgisine en az kendisi kadar ihtiyâcı olduğunu anlar.
Daha doğrusu her şeyini kardeşleriyle paylaşmasını bilir. Böylece karşılıklı sevgi ve hürmeti erkenden
öğrenen çocuklar, cemiyete kendini hazırlayarak yetişir. Ancak anne ve babanın her çocuğa aynı sevgi
ve bağlılığı göstermesi şarttır.
İyi bir terbiye verebilmek ve cemiyete faydalı bir fert yetiştirmek için para ve servete ihtiyaç yoktur.
Hattâ zenginlik ve lüks hayat, ekseriyâ çocuğun fenâ yetişmesine sebeb olabilir. Çünkü acı da olsa,
varlık içindeki bâzı anne babaların kendi zevk ve eğlencesini düşünerek, çocuklarını ihmâl ettikleri bir
gerçektir. Hâlbuki anne babanın bu ihmalleri çocuk rûhunda fırtınalar koparabilir ve bu fırtınaların,
çocuğu nereye sürükleyeceği belli olmaz. Diğer taraftan, zenginlik ve hudutsuz imkânlar, çocuğu kötü
yollara saptırabilir.
Müşâhede ve tecrübelere göre, yokluk içerisinde büyümesine rağmen iyi terbiye alan çocuk, daha
fazla insan sevgisiyle yetişmekte ve cemiyete daha faydalı olmaktadır. Fakat bu, “Âilelerin çocuklarının
daha iyi yetişmesi için fakirlik şarttır.” mânâsına alınmamalıdır; ama âile varlıklı olsa bile, bu varlık
çocukta şuurlaştırılmamalı ve çocuk âile servetine güvenmeden yetiştirilmelidir.
Garb müellifleri çocuk terbiyesinde din, cezâ ve mükâfât, oyun ve oyuncaklar, okul gibi faktörlerin
önemli olduğunu bildirirler.
Çocuk terbiyesi eğitimciler kadar dinlerin de belli başlı mevzularındandır. Hayâtı, dünyâ ve âhiret
olmak üzere iki büyük safhada, ikincisini birincisinin devâmı olarak takdim eden İslâm dîni; insan
ömrünü de doğum öncesinden başlayarak çocukluk, erginlik, yetişkinlik, olgunluk ve yaşlılık olarak
safha safha, fakat bir zincirin halkaları şeklinde bütün olarak ele alır. Bu arada çocuk terbiyesinin
esaslarını, modern pedagogların uzun araştırmalar sonucu elde ettikleri umdeleri de içine almış bir
halde, mükemmel bir sistem şeklinde tesbit etmiştir. Çocuk terbiyesiyle ilgili hükümler incelendiğinde,
garp müelliflerinin saydığı faktörlerin asırlardır İslâm dîninde var olduğu görülür.
İslâm dîninde çocuk terbiyesinin esasları şunlardır:
1. Din: Pedagoji, yâni çocuk terbiyesi İslâm dîninde çok kıymetli bir ilimdir. İslâm dîninde çocuk
terbiyesinden maksat, çocuğun Allahü teâlânın râzı olduğu, kulların beğendiği, devletine, vatanına,
milletine, âilesine, cemiyete ve insanlığa faydalı bir insan olarak yetişmesidir. Bunların tahakkuku için
çocuk, çeşitli güzel vasıflarla donatılmalıdır. İslâm âlimlerinin büyüklerinden olan İmâm-ı Gazâlî
hazretleri çocuk terbiyesi hakkında eserlerinde şunları yazmaktadır:
“Evlâd, ana, baba elinde bir emânettir. Büyük bir nîmettir. Nîmetin kıymeti bilinmezse elden gider.
Çocukların temiz kalpleri, kıymetli bir cevher gibidir. Mum gibi her şekli alabilir. Küçükken hiçbir şekle
girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur.”
Çocuklara îmân, Kur’ân-ı kerîm ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve
dünyâ saâdetine ererler. Bu saâdete anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez
ve alıştırılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenâlığın günâhı baba ve hocalarına da verilir.
Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Kendinizi ve evlerinizde ve emirlerinizde olanları ateşten
koruyunuz.” buyuruyor. Bir babanın, evlâdını Cehennem ateşinden koruması, dünyâ ateşinden
korumasından daha mühimdir. Cehennem ateşinden korumak da îmânı, farzları ve haramları
öğretmekle ve ibâdete alıştırmakla ve dinsiz, ahlâksız arkadaşlardan korumakla olur. Bütün
densizliklerin ve fenâlıkların başı, fenâ arkadaştır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Bütün
çocuklar Müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları sonra anaları babaları
Hıristiyan, Yahûdî ve dinsiz yapar.” buyurmuşlardır. Ana baba, evvelâ evlâdının hakîkî istikbâlini,
sonsuz saâdete kavuşmasını düşünmelidir. Dînin esaslarını ona öğretmelidir. Bunu öğrenip yaptığı
zaman, dünyâ saâdeti kendiliğinden gelecektir. Zîrâ dînimiz insanlara dünyâ ve âhirette rahat ve
mesut olmanın yollarını göstermektedir.
İslâm dîninin ahlâkî esasları, insânî ve sosyal yönleri, çocuk terbiyesi için bulunmaz bir hazîne
niteliğindedir. Ancak dînî telkinler, şuurlu, bilgili, müşfik ve mâhir, ehliyetli ve yetkili kimseler tarafından
yapıldığında çok iyi netîceler alınmaktadır.
Çocukta kökleşmesi ve kafasına iyice yerleştirilmesi gereken ilk ve temel şey; her şeyin üstünde, her
şeye muktedir, bütün iyilik ve güzelliklerle berâber her şeyin yaratıcısı bir Allah’a ibâdet etmeyi, hürmet
etmeyi, sevmeyi en büyük vazîfe bilmektir. Ayrıca Allahü teâlânın ancak iyi, çalışkan ve dürüst kullarını
sevdiğini, onun için karşılık beklemeden dâimâ iyilik yapması, yarattığı her şeyi, özellikle insanları
sevmesi, usanmadan çalışması telkin edilmelidir. Eğer çocuk bu inançlara sâhib olursa, dürüst,
vicdanlı, iyi ahlâklı, cemiyete yararlı bir kimse olmanın yolunu tutmuş demektir.
2. Cezâ ve mükâfât: Çocuk terbiyesinde cezâ ve mükâfât önemli bir faktör sayılırsa da, iyi ve ideâl
anne baba için başvurulması gereken bir terbiye vâsıtası olmaması îcâb eder. Çünkü çocuk anne
babayı örnek tutarak büyüdüğünden, onları taklid etmekle zâten terbiyeli büyüyor demektir. Bu usûl
daha ziyâde kötü yetişen ve problemleri olan çocuklarda uygulanır. Mamafih, küçük süt çocuklarında
arzu edilen veya edilmeyen bir hareketinden sonra derhal yapılırsa faydalıdır. Çünkü çocuk cezâ ve
mükâfâtın ne demek olduğunu öğrenir. İyi alışkanlıkları mükâfâtla kökleştirilir. Kötü alışkanlıkları cezâ
ile giderilebilir.
Bugünkü pedagojik esaslara göre dayak bir terbiye sayılmamaktadır. Oyun ve okul çağlarındaki
çocuklara, yerinde ve zamânında aşırı olmamak şartıyla, tatbik edilirse tesirli bir cezâ ve terbiye
vâsıtasıdır.
Küçük süt çocuklarında cezâ, anne babanın sert mimikleri ve onunla ilgilenmemesidir. Yâni süt
çocuklarına daha ağır cezâ verilmemeli, bilhassa dayak atılmamalıdır.
Büyük çocuklara cezâ, yaşına uygun olmalı ve çok dikkatle tatbik edilmelidir. Cezâ kalp kırıcı
olmamalı, kimsenin önünde yapılmamalı, cezâdan sonra ilgilenmemeli, bilhassa sevilip öpülmemeli,
araya şefâatçı girmemeli, sözde kalmamalı, yâni derhal uygulanmalıdır.
Anlatıldığına göre Sultan İkinci Murad’ın oğlu Fâtih Sultan Mehmed Han şehzâdeliğinde Manisa’da
vâliydi. Babası bu şehzâdenin yetişmesi için birçok âlim gönderdi. Fakat şehzâde Mehmed yaratılış
îcâbı zekî ve celâlli olduğundan, dersten kaçınır ve hiçbir muallim onu zabtedemezdi. Doğru dürüst
eğitilemiyordu. Hattâ Kur’ân-ı kerîmi bile hatmetmemişti. Sultan İkinci Murad heybetli ve hiddetli bir
muallim olan Molla Gürânî’yi bu vazîfeye tâyin etti ve emrini dinlemediğinde dövmesi için de bir sopa
verdi. Hocaya; oğlu emrini dinlemediği zaman hem kendisini hem de şehzâdeyi sopa ile korkutmasını
ve kovalamasını, hattâ dövmesini emretti. Molla Gürânî bir gün şehzâdeye bağırınca o da hocayı
babasına şikâyet etti. Babası “Olamaz öyle şey!” diye hocaya geldi. Ancak, Molla Güranî Şehzâde’den
önce babasına çıkıştı. Sonunda Sultan Murâd; “Oğlum görüyorsun ya, senin yüzünden ben de
azarlandım. Okumaktan başka çare yok!” dedi. Şehzâde bu hâl karşısında okumaktan başka yol
bulamadı. Kısa zamanda Kur’ân-ı kerîmi hatmetti ve nice ilimler öğrendi.
Mükâfât da bir terbiye vâsıtası olabilir. Fakat daha çok dikkat isteyen bir husustur. Her şeyden önce
çocuk iyice bilmeli ve inanmalıdır ki dürüst, mert, çalışkan, fedâkâr ve nâmuslu olmak, daha doğrusu
iyi ahlâklı olmak, üstünlük değil, insanların en tabiî hâlidir. Ayrıca yine bilmelidir ki, çalışmak, sorumlu
olduğu bir işi yapmak, sınıf geçmek de, en tabiî bir vazifedir.
Mükâfât ancak üstün bir başarıdan sonra verilmelidir. Yoksa her iyi, güzel hareketten,basit
başarılardan sonra mükâfâta alışmış ve karşılık bekleyen çocukta sorumluluk hissi belirmez veya
gelişmez, ayrıca menfâatçı kimse olur.
3. Oyun ve oyuncaklar: Çocuğun dikkatini ruh ve zekâ gelişmesini, çevreyle ilgisini arttırması
bakımından faydalıdır. Oyuncaklar çocuğun çağına ve cinsiyetine göre değişir. Küçük süt çocukları
parlak ve ses çıkaran oyuncaklardan hoşlanır. Oyuncağın tehlikesiz olması şarttır.
Meraklarından dolayı çocuklar oyuncakların nasıl çalıştığını anlamak, içini görmek isterler. Çocuğun bu
tutumu, rûh gelişimini arttırması bakımındann iyidir. Mâni olunmamalı ve oyuncağını bozdu, kırdı diye
cezâlandırılmamalıdır. Fakat sık sık oyuncağını bozan ve kıran çocuğa hemen yenisi alınmamalı ve
oyuncağın kıymeti öğretilmelidir.
Oyunlar, çocuğun yalnız adale ve iskelet gelişmesini değil, ruh gelişimini de sağlar. Çevikliği, âni karar
vermeyi öğrettiği gibi, irâdeyi kuvvetlendirir. Oyun kuralları ve incelikleri, zekâyı arttırır.
Yüzme, atıcılık vs. çocuklar için mükemmel bir spor ve oyundur. Öğrenilmesi küçük yaşta daha
kolaydır.
4. Okul: Çocuk, ancak altı yaşını tam olarak bitirdikten sonra okula gitmelidir. Daha önce göndermek
iyi netîce vermemektedir. Okulda öğretmenin otoritesi, topluluğa alışma, müşterek öğrenim ve oyunlar,
çocuk terbiyesinde mühim birer faktördür. Ancak, okul ile âile, daha doğrusu öğretmenle anne baba
hem fikir olmalı, birbirleri aleyhinde hiçbir şey söylenmemelidir. Hele okulda verilen bir cezâdan dolayı
okul ve öğretmen aleyhine atıp tutmamalı, bilakis çocuğun bunu gelip anlatması hoş
karşılanmamalıdır. Okula yeni başlayan çocuklarda birçok problemler olabilir. Bu problemlerin çözümü
için, okul ve âilenin birlikte çalışması lâzımdır. Birçok âilelerde görüldüğü gibi, çocuk okula
başlamasıyla âdetâ rahatladıkları, sorumluluklarının çoğunun okula ve öğretmene yükleyerek ferahlık
duydukları, öğretim ve terbiye vazîfelerinin de sona erdiğini zannetmek hatâlı ve çocuğun geleceği için
kötü bir tutum olur.
Altı yaşını dolduran çocuk, harfleri, rakamları, kelimeleri anlayabilecek, okula gidebilecek bir
durumdadır. Ayrıca o güne kadar bilmediği çalışma ve sorumluluk duygusu, başarıya ulaşma ve
yarışma çabası da belirmiştir. Cemiyet geleneklerine ve kânunlara uymasını bilir veya uymak için
gayret sarf eder. Kiminin yetiştiği çevre îcâbı görgü ve terbiyesi az, kiminin zekâsı türlü sebeplerle
gelişmemiş, kimisi bütün gün anne babadan uzak kalabilecek serbestliğe ulaşmamış olabilir. Böyle
çocuklar, okul düzenine ve ortamına uyamazlar, uysalar bile öğrenimde başarısızlığa uğrarlar.
Çocuğun okul düzenine uyamayışının muhakkak bir sebebi vardır. Bu sebepler fizyolojik, sosyolojik
veya psikolojiktir. Yâni çocuk okuldan önce veya okul sıralarında geçirdiği hastalık ve sakatlıklar, rûhî
rahatsızlıklar, sosyal çatışmalar yüzünden bu duruma gelmiştir. Okula karşı gösterilen tepkinin ve
başarısızlığın sebebi ne olursa olsun, çocuk bütün şahsiyeti ile bunun tesiri altında kalır.
Görülüyor ki, okula ve öğretmene çok sorumluluklar düşmektedir. Çünkü öğretmenlik, yalnız okuyup
yazmayı öğretmek, bilgi vermek değildir. Öğretmenin her çocukla ayrı ayrı uğraşması, gelişme
mekanizmalarını incelemesi, yetiştiği çevreyi, evdeki hayâtını, sıkıntılarını, korku ve endişelerini
bilmesi, hâşin ve dengesiz çocuklara özel ilgi göstermesi gerekir. Fakat bütün bu sorumlulukları
öğretmene yüklemek insafsızlıktır. Bu problem âile-öğretmen işbirliği ile berâber çözülmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder